Neden kabul etmiyoruz acaba? Biz
bize yalan söyleyenleri tercih ediyoruz.
Her zaman hem
de.
Çünkü biz de yalan söylüyoruz. Hem de bol bol. Hem
de hiç durmadan.
Kendimize, karımıza, çocuğumuza, patronumuza,
arkadaşlarımıza sürekli olarak yalan söylüyoruz.
Ortalama olarak günde 10'dan az yalan söyleyen bir Türk
olduğunu pek sanmıyorum.
Trajik olan şu ki, yalan söylemeyi öylesine meşru
hale getirip, içselleştirmiş vaziyetteyiz ki, asla
yalan söylediğimizi kabul etmiyoruz.
Daha patolojik (bu da "hastalıklı"-hatta
bakın onu da kullanayım,"sayrılıklı"-)
bir durum olabilir mi ? -Şöyle bir rahatlayın. Kasmayın
kendinizi ve bir daha düşünün. Üstünüze alınmadan
yani hemen. Bir insan topluluğu, yalan söylemeyi o
derece benimsemiş ki yalansız yaşayamıyor ve yalanla
gerçeği ayırdetmemek için elinden gelen her tür
bahane bulma mekanizmasını harekete geçiriyor.
Tamam büyüklerden biri zamanında söylemiş,
"halklar bilgi değil avuntu arar" diye
ama,biz aramakla kalmıyoruz, hayatımız avuntu-luk. Yaşantımızın
sırsız aynaları olan 'gazeteler'in manşetleri,
sohbetlerimiz, boş milliyetçiböbürlenmelerimiz,
kendi kendimize düşünürken söylediklerimiz.
Bir millet veya ulus neden yalan söyler, neden
yalan söylenmesine karşı çıkmaz ?
Çünkü 300 yıldır bu millet ve ulusun (ikisini
yanyana kullanınca daha anlamlı oluyor sanki) önüne
konan hedefyaşamvedüşüncetarzının, eşeğin önüne
asılan hıyardan hiç bir farkı yok.
Ve gel gör bak işte ki, eşek hıyar yemek istemiyor.
Belki de olduğu yerde saman yemek istiyor. Şimdi burda
yanlış ve eksik alıntılarla aleyhimde türk
milletine eşek diyor şeklinde dava falan açmaya
kalkmasınlar diye ne yapsam acaba ?
Herşeyi ne kadar büyükvederin bir sinemiz varmış
ki, işte o sineye dolduruyoruz dolduruyoruz ve o sine
bir türlü PATLAYAMIYOR. Şişiyor şişiyor ve
patlatmak için gücümüz olmadığı için bu sefer işte
bu, küçükgündelikavuntuyalanlarımızla onu eritmeye
çalışıyoruz.
Belki de küçükken okuduğumuz, dinlediğimiz
masallardan ve efsanelerden çok etkilenmiş olduğumuz
ve özgüvenimiz eksik olduğu için, kahramanlar ve kötü
adamlar yaratmadan, gerçekleri olduğu gibi görmek
yerine iyi ve kötü diye ayırmadan yaşayamıyoruz.
Neden kabul etmiyoruz acaba tembel ve boşvermiş
olduğumuzu ? Akdenizlilik deyin, doğululuk deyin, İslami
kültürün etkisi deyin ne derseniz deyin. TEMBELİZ ve
bu önce genetik. Yani kişisel olarak üstünüze alınıp
alınmamanız beni ilgilendirmiyor. Ama milletçe (burda
tek başına daha uygun olduğunu düşünüyorum) bir
şeyi isteyip, gerçekçi bir değerlendirme yapıp,
buna göre bir yol yöntem belirleyip, onu "gerçek"
kılmak için çalışmak gibi bir yeteneğimiz olmadığı
kesin.
Çünkü bizim asıl yeteneğimiz mazeret ve
avuntu üretmek: En geleneksel geyik mazeretlerimizden
olan elektrikler kesikti örtmenimle başlayan, yenildik
ama ezilmedikle devam eden. Son derece güçlü milli
komplekslerimizin özeti olan büyük türkiye yalanı.
Ya da "... da türk dostu çıktı..",
"..ülkemizde iyi şeyler de
oluyor..","... daha önce Türkiye aleyhine açıklamaları
bulunan Helmut Kohl'ün kızı bir türk genci ile
evlendi..." , "... Alman Helga Türk
erkeklerine bayılıyorum dedi....", "...
aslan gassaray tarih yazdı....", "...
avrupaaa avrupaaaa duy sesimizi..." ile garnitürlenen,
hatta viyana kapılarını zorlayanlara ne demeli ?
Bir işi yapana kadar harcayacağımız zamanı, o
işi yapmayıp neden yapamadığımızı hatta neden yapılamayacağını
açıklamaya çalışmakla harcamak bizim için çok
daha doğal. Hatta belki bize özgü bir yetenek.
Tembel olmasak, yalan söylemeyi ve söylenmesini
sevmesek, avutulmayı pışpışlanmayı pohpohlanmayı
yani gönlümüzün hoş tutulmasını istemesek ve gerçeklerden
korkmasak, kendi seçeneklerini yaratamayanlar olarak,
cennettapusu dağıtan engizisyonculara inanır mıydık
her seferinde ? % 70 olarak % 5'e emdirir miydik kanımızı?
Bir kereden bir şey olmaz.
Bir denize düşer, bir yılana sarılırız, yine
denize atarız kendimizi, yine yılana sarılırız.
Neden kabul etmiyoruz acaba? Savaşmaktan ve
fedakarlıktan daha çok ve daha iyi yapabildiğimiz pek
az şey olduğunu. İçimizden kendimizi adam gibi yönetecek
adam bile seçemiyoruz. Osmanlı'da deli meli başa ne
gelirse çekilir, seçme derdi zaten yok - varsa da
saray entrikaları ile halledilir lakin, o da halkı
enterese etmez-. Mustafa Kemal'den sonrası zaten yine
boş. Yok. Yok. Yok.
Kavramsal zekası çok gelişmemiş insanlar
olarak "özgürlük" kavramını da pek geniş
algılamıyoruz. Bu yüzden aslında pek de ihtiyacımız
yok ki diye düşünüyoruz bir yandan gizlice. Gece
sokağa çıkabiliyor muyuz ? Yeter.
Demokrasi ? Bunun da ne işe yaradığını
bilmiyor ve önemsemiyoruz. Pek karın doyurmadığını
biliyoruz da. Yani bir isim, işte yani sisteme verilen
isimlerden biri. Ne bileyim, bir balık ismi falan da
olsa, bizim kullandığımız anlamı ile demokrasi sözcüğünden
daha az bir şey kapsamazdı. Sonuçta o da aslında pek
de gerekli değil.
Neden karşı çıkmıyoruz hiçbir haksızlığa,
eşitsizliğe, adaletsizliğe ? İlahi adalete mi inanıyoruz?
Bu dünyada olmazsa öbüründe, cezasını bulurlar mı
diyoruz?
Çünkü konuşuyoruz , söylüyoruz hep heryerde
herkese, ama içten kızmıyoruz ki aslında. Hatta çünkü
biz de o adamlardan olmak istiyoruz. Biz de rahata ermek
istiyoruz. Biz de havada bulup tavada yemek,
televizyonlara çıkmak, hava atmak, gezmek tozmak
fecihaldeeğlenenlerden olmak istiyoruz.
Hatta içimizden helal olsun be diyoruz adamlara.
Bireyin ahlaki değerleri, diğerlerine göre
belirlenirmiş gibi, e herkes yapıyo biz neden ?
diyoruz. Gravatlıokumuş soygunculara, mafyabozuntusu
katillere, sanatıicracılık ve teşhircilikolarakyutturanlara
özeniyoruz. Bizim yapamadığımız herşeyi yapan ve
televizyonlaragazetelereçıkan, zengin olmuş olan
bizimparalarımızla herkese özeniyoruz.
Yoksa bir millet bir halk bir ulus (hepsi birarada daha
kalabalık olur ve bir işe yarar umarım) nasıl kıpırtısız
kalır bu raddede rezilliğin ve çöküşün karşısında
?
Yalan söylüyoruz. Çünkü hala fakiriz ve en
ilkel iç güdüyle belirleniyor değerler : hayatta
kalmak. Okuyoruz, askere gidiyoruz, evleniyoruz, çalışıyoruz,
doğuruyoruz. Hayatta kalmak için. Gıkımızı çıkarmıyoruz.
Yalan söylüyoruz. Hayatta kalmak için.
Hayatta YAŞAMAK için ne yapıyoruz peki? Samimi
olarak.
Haldun
Eralp AKÇAKOCA
|