Genç adam son derece lüks bir faytonun içinde gidiyordu.
Araba sanki bir kraliyet arabası kadar şık, altın kaplamalı oymalarla süslenmiş ve içi kadifelerle kaplanmış,
simsiyah sekiz at tarafından çekiliyordu. Ancak o kadar hızlı
gidiyordu ki zaman zaman devrileceğini hissediyor, korkarak durmadan arabacıya yavaş git diye bağırıyordu. Arabacı oralı
bile olmuyordu. Büyük bir korku içinde kalmıştı, daha otuz beşinde idi ve kaza eseri ölmek istemiyordu.Zaman zaman dışarı baktığında hayatında hiç görmediği güzelliklerle dolu yerlerden geçiyorlardı. Çayırları ve
ağaçların güzellikleri anlatılacak gibi değildi, karlı dağlardan, altın gibi parlayan çöllerden geçiyorlardı.
Sadece atların nal sesleri ile arabacının kırbaç sesleri
duyuluyordu. Ne kadar yol aldıklarını bilmiyordu ama araba birdenbire durdu. Arabacının sert sesi “Geldik, burada in” diye
duyuldu.
Arabadan indi, birkaç adım yürüdü, döndü hem arabacıya
hem de arabaya tekrar baktı, gördüğü araba bir saltanat arabası
idi, dışı som altın kaplı güneşin altında pırıl pırıl
parlıyordu.
Karşısında alçak duvarlarla çevrili devasa bembeyaz bir
bina gördü. Kapısı ise şimdiye kadar görmediği kadar büyük
ve güzeldi. Daha arkasına bile bakmadan araba tozu dumana
katarak
ortadan yok oldu. Aniden beyazlar giymiş biri belirdi, kapıyı göstererek “Bu taraftan” dedi yumuşak bir sesle. Daha
kapıya dokunmadan kapı kendiliğinden açıldı, beraberce içeriye
girdiler. Girdiği yer büyük bir salona benziyordu, hiçbir yerde aydınlatma olmamasına rağmen içeri güçlü bir aydınlık dolduruyordu. Her şey hatta pencerelerde ki perdeler bile beyaz atlastan yapılmıştı. Salonun sol tarafında ki beyaz masanın başında biri oturuyordu. Kendisine işaret ederek yanına çağırdı. Kendisinin konuşmasına fırsat tanımadan
“80791 nolu odaya götürün” dedi. Nerden çıktığı belli
olmayan bir kadın belirdi aniden yanında. Dönüp kadına baktığında
cin
çarpmışa döndü. Hayatında gördüğü en güzel kadındı,
bu güzelliği anlatmak için bir kitap yazılabilirdi. Vücudunu kaplayan elbisesi bütün hatlarını ortaya seriyordu. Yumuşak
ve
tatlı sesiyle “Bu taraftan” dedi ve bir adım önde yürümeye başladı. Genç adam kadının güzelliği karşısında
sarhoş gibiydi, nerelerden geçtiğinin farkında değildi bütün dikkatini kadına vermişti. Kadından yayılan koku baş döndürücüydü, adam kadına ne kadar yetişmeye çalışsa
kadın her
zaman bir adım önünde oluyordu. Ne kadar yürüdüklerini bilmeden üzerinde 80791 yazılı bir kapının önünde
durdular. Kadın “Burası sizin odanız, buyurun” dedi o tatlı
sesiyle.
“Benim adım Li, sizin emrinizdeyim, beni istediğiniz zaman sadece Li demeniz yeterli” dedi ve geldiği yöne doğru yürüyüp gitti.
Genç adam odaya girdiğinde ikinci bir şok daha geçirdi.
Burası oldukça büyük bir salondu ve kaynağı belli olmayan bir
ışıkla aydınlatılmıştı. Odadaki renk armonisi o kadar çarpıcıydiki,
bir insanın ihtiyaç duyabileceği her şey vardı. Sol
tarafta bulunan kapıyı açtığında hemen hemen salon kadar büyük
bir banyoyla karşılaştı, ortada Yeşim taşından yapılmış
banyo küveti hatta buna küçük bir havuz bile denebilirdi. İleride siyah mermerden yapılmış bir lavabo üzeri renk renk
sabunlar, parfümler, havlularla süslenmişti. Tekrar odaya döndü
odada bulunan yatak başlı başına bir sanat eseriydi. Üzeride
üç kişinin rahatlıkla yatabileceği yuvarlak, altın simlerle yapılmış cibinliği vardı. Ya o perdeler, oturma salonu,
yerler ise samur kürklerle kaplanmıştı. Herhalde burası bir kralın odası olmalı diye geçirdi içinden.
Birden susamış olduğunu fark etti, odanın diğer ucunda
antik etajerin üzerinde billurdan yapılmış sürahiye doğru yürüdü
ve sürahinin sapını tuttu. Ancak sürahiyi yerinden oynatamıyordu.
Bardağı almak istedi oda kımıldamıyordu. “Bu bir şaka
olmalı” dedi. Daha sonra odadaki ve banyodaki her şeye dokundu, hepsi sabit yapılmıştı. Önceleri çok şaşırdı daha sonra
korkmaya
başladı. Bu güzelliklerle dolu yere beni niye getirdiler ne işim var benim burada diye söyleniyordu. Paniğe kapılıp
odadan dışarı fırladı. Koridorlarda deli gibi koşarak birini
bulmak ve bütün bunların ne anlama geldiğini öğrenmek
istiyordu. O sırada bir odadan çıkan birini gördü hemen başından geçenleri anlatmaya başladı. Onu dinleyen adam
- Yabancı, sorularınızın cevaplarını benim size verme
yetkim yok, bunu ancak size Zoltan anlatabilir, gelin sizi ona götüreyim. DerBeraber bir süre yürüdükten sonra bir odanın kapısında
durdular.
-Yabancı, işte burası Zoltan’ın odası kendisi her zaman odasındadır.
Genç Adam odaya girdi, odanın tam ortasında ayakları pırlantalarla kaplı, üzeri yekpare granitten masada saçları
ve sakalı bembeyaz, masaya değecek kadar uzun biri oturuyordu.
-Geç kaldın dedi gür sesiyle
-Geç mi kaldım?
-Evet, seni daha önce bekliyordum.
-Lütfen bana odamda ki gariplikleri hatta nerede olduğumu söyler misiniz?
-Demek hatırlamıyorsun neler olduğunu.
-Hayır.
-İyi düşün, şeytana uyup büyük bir günah işledin,
evli bir kadınla ilişki kurdun, kocasıda sizi yakaladı ve öldürdü.
-Öldürdü mü?
-Evet şu anda ölüsün ve şeytanın misafirhanesindesin.
Genç adamın beyninde bir şimşek çaktı sanki yavaş yavaş hatırlıyordu, kendisine bir silah doğrultulmuştu, silah
alev kusarken patlama olmuş kulaklarını sağır etmişti, bütün hatırladığı buydu. Genç adam ölmüş olduğuna bir türlü inanamıyordu.
-Şimdi gidebilirsin dedi Zoltan.-
-Hayır, o kapıdan değil bu kapıdan çık diye gürledi.
Genç adam kapıdan çıktı, gördüğü şey karşısında o
kadar irkildi ki duvara yaslanmak zorunda kaldı. Kendisi çok yüksek bir yerdeydi aşağıda ise 10 belki 15 futbol sahası büyüklüğünde bir alan vardı. Meydanın güzelliği tarif
edilebilecek gibi değildi içinde onlarca havuz vardı
hepsinden de farklı renkte sular fışkırıyordu. Yer yer gül, lale, menekşe, orkide bahçeleri, kadınlı erkekli binlerce insan vardı.
Aşağıdan biri kendisine el salladı. Oraya inmek için merdivenlere doğru yöneldi, daha birkaç basamak inmişti ki kendini o adamın yanında buluverdi.
-Hoş geldin dedi orta yaşlı adam
-Hoş bulduk, ama benim yeni geldiğimi nerden anladınız.
-O kapıdan çıkan herkes buraya yeni gelmiş demektir.
Zinadan dolayı geldiniz değil mi?
-Bunu nerden biliyorsunuz?
-Burada hiçbir şey saklı değildir, ne geçmiş ne gelecek
sadece şimdiki zamanı yaşarsın.
-Siz neden dolayı buradasınız?
-Ben devlet casusu idim. Vatanıma ihanet ettiğim için idam edildim.
Genç adam odasında olanlardan bahsetti
-Bunlar şeytanın oyunları, bende ilk odama girdiğimde tüm eşyalar tavanda idi.
Genç adam etrafına bakındığında hemen hemen herkesin
sakat olduğunu gördü, hatta bazılarının belden aşağısı iki
kolu yoktu, bir kum torbası üzerine konmuş karpuz gibi duvara yaslanmışlardı. Bunun sebebini sordu.
-Burada şeytana uymanın cezası budur. Her hatada şeytan
bir uzvunuzu yok eder, benim elime bak
Sağ elinin baş parmağı dahil üç parmağı yoktu.
-Elinize ne oldu böyle?
-Geçenlerde Çiçek bahçesinde gezerken o kadar güzel bir gül ördüm ki dayanamayıp kopardım, bunun bedeli üç parmağım
oldu.
Burada gördüğün her şey bizlerde dahil şeytanın malıyız.
-Benim adım
-Yok adınızı söylemeye gerek yok, burada herkesin adı Li
dir.
-Anlamadım neden?
-Buda şeytanın bir buluşu , Li burada esir demektir.
-Bugün yorucu bir gün geçirdim biraz odama gitsem iyi
olacak, ama odamı nasıl bulacağım?
-Oda numaranı biliyor musun?
-Evet, 80971.
-Şu kapıdan çık bulursun.
Genç adam kapıdan çıktı on adım atmamıştı ki odasına
ulaştı. Kapıdan içeriye girdiğinde Li onu bekliyordu. Üzerine bütün vücudunu gösteren şeffaf bir elbise vardı.
-Sizi bekliyordum, yorgun görünüyorsunuz, banyoyu hazırladım.
Banyoya girdiğinde eflatun su dolu küvete yaklaştı. Etrafı güzel kokular sarmıştı. Li onu kendi elleriyle soydu ve yıkamaya başladı. elleri kuş tüyü kadar yumuşak ve
hafifti. Banyodan sonra tüm vücudunu kremleyip yatağa uzanmasını söyledi. Güzel vücudunu saran elbisesini sıyırıp attı
ve
yanına uzandı. Her ikiside şehvet çağlayanının içinde
yok olup gittiler.
Genç adam uyandığında göğsünün üzerinde mosmor olmuş
bir kol gördü. Korkudan bağırmak istesede hiç sesi çıkmadı.
Ayağa kalkmak için davrandı ve sol kolunda bir acı hissetti sol
kolu
dirseğinden itibaren yoktu. Zorlukla doğruldu, kesik olan
kolu bir odun parçası gibi aşağıya yuvarlandı. Deli gibi kapıdan fırladı, deli gibi koşuyordu, bir kolu kesik olduğundan
yalpalayarak gidiyordu. Zoltanı bulup yalvarmak şeytanın kendisini affetmesini istemek istiyordu. Ama hangi kapıyı açtıysa kendini insanlarla dolu meydanda buluyordu. Nihayet bitkin bir şekilde bankın birine oturdu. Gözlerinden yaşlar, kolundan kamlar damlıyordu.
-Ne o şeytana uydun galiba diye bir ses duydu. Kafasını kaldırdığında yanı başında idam mahkümü duruyordu.
-Şeytanı veya Zoltanı bulmalıyım
-Şeytanı bulmak çok kolay, o her zaman içimizde ama Zoltanı bulmak imkansız, o şeytanın baş iblisidir bütün bunlar
onun eseri. Kolun acımıyor değil mi?
-Acımıyor
-İlk seferinde hiç acı duymazsın ama bundan sonra büyük
acılar içerisinde yok edileceksin. Burada bir sürü işkence var en büyüğü ise başını başka bir insanın başı ile değiştirmesidir.Yıllarca arar durursun bedenini
-Artık odama dönmek istiyorum dedi ve kolayca odasına döndü. Odası toplanmıştı derin bir uykuya daldı.
Uyandığında biri yüzündeki terleri siliyordu.
-Sizden ümidi kesmiştik, tam dört gündür komadaydınız.
Diyen hemşireyi gördü
-Neredeyim ben?
-Hastanede yatıyorsunuz, vurulmuştunuz.
Doğrulmak istedi ama acıdan yatağa düştü, sol koluna
baktı kolu dirseğinden itibaren yoktu.
Hemşire
-Kurşun kolunuzu parçalamıştı maalesef kesmek zorunda kaldık...
31.12.1992
Gönderen : Turgut Coşkun - tanuzcan@mynet.com
|
|